Archive for Mart 2009

  • seçimler üzerine

    2

    seçimler üzerine şöyle bol köpüklü bir sade kahve nefis gidiyor. deneyin, pişman olmayacaksınız.

  • muhsin yazıcıoğlu

    2

    (bu yazıyı sözlüğe yazmıştım ama silindi. ben de kaybolmasını istemediğim yazılarımdan biri olduğu için buraya kaydetmeye karar verdim. )

    kimdir muhsin yazıcıoğlu? 1970 li yılların ortalarından bu yana , bu memlekette ülkücü cenahın işlemiş olduğu hemen her katlde bir şekilde yer almış kişi. bir katil. balgat katliamı, bahçelievler de 7 tip li öğrencinin öldürülmesi, maraş katliamı ve en son sevgili hrant dinkin öldürülmesinde adı hep azmettirici, planlayıcı, koruyucu ya da destekleyici olarak geçmiş. bir katil ve katil sever , ülkü ocakları başkanı iken kendisi abdullah çatlı da yardımcısı , abdullah çatlı nın her nevi koruyuculuğunu üstlenmiş kişi. mit ten olduğu gün gibi bilinen ama asla söylenmeyen, mehmet ağar gibi aynen bir karanlık, kapkaranlık kişi. hakkındaki tüm bu iddialar , yine kendi ülkücü arkadaşları tarafından itiraf edilmiş, ama o hep kurtarmış, idamdan yargılanıp da 7 yıl yatarak kurtardığı gibi. var olan tüm sağ iktidarları hep desteklemiş, en son abdullah gül ün cumhurbaşkanlığı na destek verdiği gibi. sağ iktidarların koruyucu meleği, şeytan mı desek ? hakkında bu kadar iddia hep dolaşmış , ama nedense asla tam olarak araştırılmamış, tam bir soruşturma ve yargılamadan geçmemiş , hep korunmuş kollanmış kişi.bana bahsetmeyin şimdi mamakta yattı, işkence gördü falan diye. adam idamdan yırttı daha nolsun ? aynı mehmet ağar gibi konuşursa taş yerinde kalmayacak kişi, o kadar korkulur kendinden. gazetelerinden oraya buraya tehditler yollayan bir partinin başkanı. eli kanlı, tepesine kadar kan içinde kalmış katil!

    öl, muhsin yazıcıoğlu, öl! çünkü biliyorum ki yaşarsan yine tbmm ye gireceksin ve elini kolunu sallaya sallaya dolaşacaksın aramızda. asla yargılanmayacaksın, saygın! bir milletvekili olarak tamamlayacaksın ahir ömrünü.

    öl muhsin yazıcıoğlu öl ki, öldürdüğün o gençlerin ailelerinin yüreği ferahlasın azıcık, ocaklara düşürdüğün o ateşlerin karşılığı olarak.

    öl, öl ki bir faşist eksilmiş olsun dünyadan, aynı türkeş in öldüğü gün gibi bayramımız olsun 25 mart!

  • İlk yazı: Helolalora'nın taraftarlarının ününü duymuştum.

    2

    Hoşbuldum efendim... Nice mecralardan sonra buraya gelebildiysek ne mutlu bize. Türkiye'de entelijansiyanın, sanat taifesinin bir özelliği dikkatimi çekmişti hep. Birbirinden ayrı iki isim bir ara aynı lisede sınıf arkadaşı olmuş, birinin dayısı öbürünün eniştesi, ötekinin kuzeni öbürsünün gurbette yoldaşı,ötekinin mahpus arkadaşı berikinin birlikte dergi çıakrdığı adam olmuş.
    Kendi kıt analiz yöntemimle hepsinin birbirine yakın evlerde yaşadığı sonucuna varmıştım. Bir yazar dergi mi çıkarıyor? Hemen yolun karşısındaki eve gidip "Esat Sabri, editör olsana" diyor mesela; Orhan Veli , Mina 'ya gidip "bizim anahtarı annem size bırakmış herhalde" diyor, anahtarı alıyor vs. Böyle böyle camia gelişiyor. Buranın mazisi kısmen de olsa böyle bir benzetmeyi hak eder bence.

    İşte, bir yerlerde hikayesi olmayan bir başlangıç, hikayesi olan tecrübelere dönüşüyor. Özeti: nereden nereye? Buradan başka bir yere, belki.

    Hoşbuldum, "taraftar zok iyi, takim iyi ,en buyuk herola"

  • güneşi gördüm ve mazlum bir insan olarak mahsun

    7

    gittim, izledim bu filmi. nedir, ne değildir anlayalım değil mi? çok feci halde spoiler içerecek haberiniz olsun, daha da karışmam gerisine, benden günah gitti.

    e madem başlayalım bakalım anlatmaya, neymiş bu film.

    şimdi iyi bir şey tabii, sevgili mahzun abimiz için hani geldiği nokta. zira kendisinin ahmet kaya ya malum gecede, sırf kürtçe şarkı söyleyeceğim yeni kasedimde dediği için çatal-bıçak v.b. , her an silaha dönüşebilir nesneler fırlatan serdar ortaç gibilerle bir olduğunu biliriz. az çatal atmamıştı o gece ahmet abimize. aradan 10 küsur yıl geçmiş ve mahzun abimiz aslında bir kürt sorunu olduğunu kabul edip bu yaraya parmak basan bir film çekmiş. e güzel. sorun yok. yalnız birinin bu arkadaşa demesi lazım sanırım, bir filmde hani genelde tek bir konu anlatılmak istenir ve onun üzerine yoğunlaşılır , elbette yan konular vardır anlatılmak istenen ama asıl olarak konu tektir. ben dün akşam sinemada film mi izliyorum yoksa akdeniz salata mı yiyorum anlayamadım. ne arasan var yahu! neye üzülsem şaşırdım. kürt sorunu, göç sorunu, savaşın bizatihi kendisi, kadın sorunu, çocukların hali, eşcinsellere uygulanan ayrımcılık ve şiddet, fakirlik, babasıda kördü hadi orda da engelli sorunu, derken norveçe giden amca ve orada yaşayan dayı üzeinden de memleket hasreti , dahada saysam çıkar hani. bu ne yahu ?

    bunun dışında siyasi olarak bol bol ajite yerseniz, üzerine de popülist yaklaşımlar, hadi size kürt sorununu anlatan film afiyet olsun .

    elbette beğendiğim yanlarıda oldu, savaşı oradaki halkın gözünden gösteriyor ve ne çektiklerine bir bakın diyor. bu iyi bir şey, en azından bu ülke için, çünkü bu savaşın asıl mağduru özellikle bölgede yaşayan insanlar. iki kardeşin karşı karşıya gelmesi ve politikanın kardeşler üzerindeki etkisi üzerinden altan erkekli nin baba rolüyle çıkıp siz kardeşsiniz sakın unutmayın demesi, bence en iyi politik mesajlardan biriydi. yıllardır bu iki halkın kardeşliğini savunmuş bir kürt olarak son derece beğendim o sahneyi.

    yalnız ali sürmeli nin oynadığı rol üzerinden konuşmak istiyorum. kesinlikle rol yapaydı. bir adam düşünün 80 darbesiyle yurtdışına kaçmış zamanında diyarbakır zindanında kalmış ve o meşhur işkenceleri yaşamış bir adam; ki bu adam 80 darbesinden bahsederken faşist kadro diyecek kadar hala sol bilincini koruyacak ve emperyalist devletler işte onlar kaşıyor, onların çıkarları yüzünden bitmiyor bu savaş ve baştakiler birbirini yiyor zaten halk ne yapsın gibi son derece sığ son derece kahvedeki mehmet ağa açılımlı bir politik yaklaşım içerisinde bulunacak bu savaş için. 80 de diyarbakır cezaevinde yatanlar kimlerdi diye bir baksaydı mahzun belki yardımcı olurdu hani bu rolün ne şekilde konuşturulması gerektiğine. kawa, uko, ddkd ve pkk -gerçi daha o kadar yoğun değildi pkk- gibi kürt oluşumlar ve tikko gibi daha o zamanlarda kürt halkından bahseden türk örgütlerine üye insanlar yattılar. zannetmiyorum ki bu kadar dar bir bakışla bu sorunu yorumlasınlar.

    tabii, adam tam ortaya karışık yaptığı için filmi, işte filmde geçen başka bir konu; esas adamın-mahsunun yani- çocuklarını devlet elinden alıyor ve bir yetiştirme yurduna veriyor, allahım nasıl huzurlu bir yer, müdire anne nurseli idiz zaten. herbirkesler o yurtta çalışan, sevgi dolu, böyle ışıl ışıl, herkes pembe gönlüm sende giymiş zaten. insanın evini barkını bırakıp yurda yerleşesi geliyor. malatya çocuk evi skandalı başka bir ülkede yaşandı zaten. hiiiiç inandırıcı değildi. çok güldüm.

    neyse film bu kadar , izledik çıktık falan. kendimce eleştirdim. ister izleyin, ister izlemeyin. karar sizin

  • altlejant helolalora?da


    yeni transfer julio altlejant, hava limanında kalabalık bir taraftar grubunca karşılandı.



    ayağının tozuyla, tesislerde sağlık kontrolünden geçti.


    asbaşkan hasbi vandal ile birlikte imza merasimine katılan andreas altlejant,



    aynı gün yeni takımıyla ilk idmanına çıktı.



    joaquin altlejant'ın kız arkadaşı brezilyalı model ana maria conchita da ev bakmak üzere önümüzdeki hafta ülkemize gelecek.

  • zamanı görmek

    7

    Yekpare bir anda gün, saat, mevsim,

    Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın,
    Hala bu taşlarda gülen rüyanın.
    Güvercin bakışlı sessizlik bile
    Çınlıyor bu eski zaman vehmiyle.(1)

    ahmet hamdi tanpınar, çok sevdiği bursa'ya yaptığı gezilerden birinde, bir eski cami avlusunda soluklanmak için oturmuş, şadırvanda sakince devinen suyun şırıltısıyla geçmiş ve gelecek hülyalarına dalmışken, o an çevresini kuşatan zamanın fotoğrafını böyle çeker. zamanının ilerisindeki sanatçı kavrayışıyla, ayrıca dört başı mamur bir estet de olan tanpınar, bu erken osmanlı şehrinin taş duvarlarında, çeşmelerinde, ağaçlarında, sularında, 1400'lü yıllarda donmuş haliyle, atalarının o "yekpare" zamanını karşısında cisimlenmiş olarak görür.

    daha kaybolmamış bir zamanın izini sürerken, "fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştanbaşa ve iliklerine kadar bir türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda o’nun manevi çehresini gelecek zaman içinde hiç değişmeyecek şekilde tespit etmiştir."(2) diye betimlediği bu mekana ulaşan, mekanda donmuş zamanla karşılaşan tanpınar, kendi elf vadisini bulur o eski, mütevazı cami avlusunda.

    kimileri "zaman kaybolmaz" diyorlar. katılamıyorum. yarattığı mekanlarda duvarlara, yerlere, ışığa ve sese işlemiş biçimde varlığını sürdüren zaman, o mekanların kendilerini akışa bırakmasıyla birlikte, gelip geçenlere, hatta tanpınar gibi keskin gözlü izleyicilerine bile görünmez olacaktır eninde sonunda.

    Bir ilah uykusu olur elbette,
    Ölüm, bu tılsımlı ebediyette.
    Belki de rüyası eski cedlerin,
    Beyaz bahçesinde su seslerinin.(3)

    gibi iddialı sözlerini, şimdinin teslim olmuş mekanlarında, teslim olmuş mekanların kaybolmuş zamanlarında, net fotoğraflar seçmeye alışmış gözleriyle, retinalarını zorlayarak bakıp da göremezken nereden bulup çıkaracaktı tanpınar? yaşadığımız eğik düzlemde ivmelenerek uzaklaşıp gidenlerin ardından bakan bizler, zamanı görmenin nasıl bir şey olduğunu, nereden bileceğiz?

    alıntılar:
    (1) ve (3) ahmet hamdi tanpınar, bursa'da zaman.
    (2) ahmet hamdi tanpınar, beş şehir.

  • 8 mart

    0

    bir kadın olarak elbette günün anlam ve önemine binayen bir şeyler söylemeliyim. (zaten bu blogda bu aralar bir şeyler söyleyen benim. geri kalan herbirkesler uyumakta. queenie, bebişim sen hariç tabii.)

    8 mart : dünya "emekçi" kadınlar günü. alelade bir gün değil, içinde insanı hayvandan ayıran başat özelliği emeği barındırıyor. tüm insanlar emek sarfeder, emek içinde bilinç ve bilgi barındırır, çabadan ayırıcı özelliği de budur . insan emek verir. ama sanki burada bahsedilen emek daha farklı gibi, emekçi ,yani; sınıfsal bilinci bulunan, yani proleter,yani toplumun kurtuluşunun ve kendi kurtuluşunun biraradalığının farkında olan insan, insan türü içinde de kadın. en azından clara zetkin in kadınlar günü düşüncesinin temelinde yatanın bu olduğunu düşünüyorum. sanmıyorum ki, bugün gelinen noktadan yani kadınlar gününün aldığı şekilden güzelim clara memnun olsun.

    öyle bir hal almış durumdaki, kocalarına yeni bir hediye aldırabilecekleri bir gün gibi görüyor bazı kadınlar, bazı kadınların yaptıkları ise bugün sen çalış ben dinlenicem benim günüm çünkü kurtuluşu, bazıları çıkıp sokaklarda eylem yapıyor ses duyurmaya çalışıyor, politik bilinç içerisindeler çünkü, ama büyük çoğunluğu farkında bile değil, yemeğini,temizliğini yapmaya devam ediyor, çocuklarının peşinde ve kocasının hizmetinde bir köle olarak bir gün daha geçiyor tıpkı diğer günler gibi. hiç bir anlam ve önem taşımayan diğer önemsiz günlerden biri. onların haberi yok ne clara zetkin den ne de new york lu kadın dokuma işçilerinden. toplumun kendilerine biçtiği kadın rolleri neleri gerektiriyorsa sorgusuz sualsiz yapıyorlar. bildikleri bu çünkü, anasından gördüğü gibi aynen devam, kör sağır dilsiz yaşama.

    ne denebilir, yapılacak nedir? toplumun yarısını oluşturan kadınların evde köle haline gelmesinin kalan yarısınıda köleleştirdiğini farkettirmek nasıl gerçekleştirilir? ben özgür değilsem, erkek nasıl özgür olabilir? bu toplumun geneline nasıl izah edilebilinir? aksi takdirde, bu günde diğerleri gibi içi boşaltılan bir hal almakta, bu nasıl değiştirilir? sokaklara çıkıp bağırmakdan öte, kendin çal kendin oynadan öte, ne yapılabilinir?

  • öylesine

    3

    sustum..
    hesaplaşma zamanı kendimle. günlerdir uyku yok , gözlerim uykuya hasret. gözkapaklarım değmiyor birbirine ve geceler geceleri kovalıyor. karman çorman aklımı kaybediyorum, yarım akıllıydım zaten o da gidiyor elimden.
    tüm gölgeler teker teker çıkıyor karşıma, gecenin anlamı.
    gölgeler, geçmiş, geçmişim..
    içime attığım ve kapattığımı sandığım tüm korkular bir daha.
    yaşayan ve yaşamayanlar adına, sarhoşum.
    sızı, derin . yaralar pansumansız. kesip atmalı, kesip atmalı..
    bakma bana, bakma öyle.bilmez misin , kelimeler iktidarın oyuncağıdır.
    saçma, ayakta kalmaya çalışmak kadar, yenilgiyi kabullenmemek de saçma.
    dünya düştü avuçlarımdan,
    ben yenildim...

  • devinim!

    3

    yaklaşık bir yıl önce aldığım fotoğraf makinasıyla başlayan bir serüvenin, belki de yolculuğun "first impressions" tadında ki ilk derlemesi diyelim yazıya dökebildiğim kadarına.
    başlangıçta büyüsüne kapıldığım aslında sadece insanların, yaşamın, doğanın, an' ların, anı' ların kısacası canlı ya da cansız zihnimde yer edebilen herşeyin fotoğrafını çekebilmek. konuya odaklanınca bilinçli olmadan çocukluk yıllarımdan bu yana zihnimde biriktirdiğim görüntüleri anımsadım.
    hayatıma giren önemli ya da önemsiz hemen hemen her insanın ellerinin çizgilerini, parmaklarının şeklini hatırlayabildiğimi şaşırarak farkettim.
    zihnimde beliren bu görüntülerin tek bir fotoğrafı bile olmadığını düşününce kendi yaşamımın belirli
    an' larını, elleri ve çizgileriyle insanları, gözlerimin uzanabildiği herşeyi alıkoymak ve paylaşmak isteği bu süreçte önlenemez bir tutkuya dönüştü.
    aslında tek başına fotoğraf makinası almanın, modeli, markası ve özellikleri ne olursa olsun bunun için yeterli olmadığının farkındaydım.
    her ne kadar gelişmekte olsa da sonuç itibariyle bir sahil kasabasında yaşamak bu konuda işimi biraz zorlaştırıyordu ama dinamit yaşam sürpriz yapıp beni bir fotoğraf sanatçısı ile karşılaştırdı. üç ay önce ders almaya başladım.
    fotoğrafçılığın bir ışık okulu olduğunu, onu yakalayıp, tuzağa düşürmek istediğim görüntü etrafında dönüşünü ölçmeyi öğrenmek üzere çıktığım bu yolculukta düşlediğim belki de görsel sanata duyduğum aşkın ve açlığın sonucu olarak bir bakıma nesnel gerçekliği değiştirerek, yaşamakta olduğum ancak ne yazık ki bir türlü uyum sağlayamadığım bu dünyadan kaçmak.
    birbiriyle uyumlu ya da uyumsuz renklerle, kendi gözlerimin hiçbirşeyin ve hiç kimsenin müdahalesi olmadan saptayabildiği görüntülerle yeni bir dünya yaratmak ve bu dünyayı paylaşabilmek.
    başarılı olup zamanı çekebilir ve onun hakkından gelebilirsem, yarattığım bu dünyayla suçlu ilan edin beni, gözlerimle görüntülerim kanıt olsun!

    special thanks : ayşegül kaygun, edouard boubat

  • hiç

    5

    başka bir adı olamaz zaten bu yazının, adı gibi bir hiç çünkü. aslında bir şeylerden bahsetmek istiyor muyum ondan bile emin değilim. zaten şu boktan hayatta neden eminim ki? sıkılıyorum sadece bu. beni sıkan şeyler görünenlerde değil hani, bahanelerim var millete öne sürdüğüm, yok müdür uğraşıyor benle falan. müdür çok da sikimde sanki. uğraşsın ya da uğraşmasın nedir ki?zaten uğraşmazsa sorun vardır. oscar wilde demiş ya hani herkes beni beğenirse bir sorun olduğunu düşünürüm gibi birşeyler işte. ahmak söyle lan bu cümlenin tamamını, sen bilirsin.

    hiç işte, hem hiç bir şeyim yok, hem çok şeyim var. çağımızın modern insanının genel geçmeyen sıkıntı hali işte. kesmiyor ya hiç bir şey bizi. ne aşk sandığımız duygu yanılsamalarımız, ne arkadaşlıklarımız, ne aile, ne iş.. hiç bir şey kesmiyor ya hani? dolduramıyor ya şu içteki kara deliği. o işte. ara ara nüksediyor, sonra bir duruyor, biz bitti geçti sanıyoruz, oysa zayıflaşmaya başladığımız o anda hemen çıkıveriyor saklandığı yerden.

    neyse; keseyim ben , yoksa tembel rezil eder beni. söz verdik adama duygu seli yazmayacağız, olabildiğince geyik takılacağız diye. idare ediver artık, sayın adminim ,canım benim , seni ben pek çok pek çok severim ..