Archive for Ocak 2009

  • Samet

    5

    (Samet Egal karakteri üstünden yürüyerek, online senaryo/hikaye/roman işinde bi plot çalışma yapalım diyorum. biliyonuz türkiye'de senaryo kıtlığı var. hah hah. herkes tarafından editlenebilir tek bir post üzerinden yürüyen şaka yollu bi hikaye bu. gittiği yere kadar. yorumsever okurlar uslu olurlarsa günü gelince onlar da katkıda bulunabilirler. olips?)

    ***

    Samet o gün çok kendisini çok yorgun hissediyordu. gayet yorgun. biraz da salak. kafasındaki yükü taşıyamamanın getirdiği bir salaklık mıydı bu, yoksa pilot kalem eseri düz çizgi omurilik aksının duvarla yaptığı açının sabitliğinden kaynaklanan bir yorgunluk mu, şimdilik orasını bilemiyoruz. Samet yorgun mu, salak mı? Önce bunu açıklığa kavuşturmak lazım. Samet'e kız gerek.



    ***

    FLASHBACK 01



    daha hastaneden eve döndüğü ilk anda bile bu işte bir tuhaflık olduğunun farkındaydı. taksinin ara bölmesindeki delikten parayı uzatırken, şoförün yarı dehşet dolu yarı kayıtsız bakışlarını yakalamıştı. "ne zamandır taksilere ara bölme koyar oldular? ve neden mehmet aslantuğ gibi konuşuyorum?" oğluna, eğer o bir oğulsa, samet adını verecekti fevziye egal. soyadı uyumuna önem veren bir yapısı vardı. bu gözden bacaklı ufaklığın ileride bir gün gözünün yok olacağını, kravatının çıkacağını henüz bilmiyordu. milyonlarca yıllık evrimin insan soyunu getirip bıraktığı bu saçma noktada, bir yanda ufukta şekillenmeye başlamış varoluş kaygıları, diğer yanda şifreli samsonite bavuluyla, evinin ceviz rengi pinoteks sürülmüş ahşap kapısına karşı, kararsızca dikiliyordu.

    ***

    FEVZİYE E/GAL

    çok gizli, gizli, hizmete özel; resmi ve gayrıresmi tüm kağıtlarda adı fevziye egal olan fevziye egal, yaşadığı sokağa girdiğinde sokak sakinlerinin garip ulama huyları yüzünden fevziye gal'e dönüşüyordu. sokağa ilk taşındığında soyadı hassasiyeti yüzünden oldukça garipsediği bu duruma zamanla alışmıştı. hatta bazı resmi işlemlerde soyadını yanlışlıkla gal olarak yazdığı da oluyordu. dalgınlığı gelip geçiçi dalgınlıklardan değildi. yaşamı boyunca hep dalgın bir kadın olmuştu. çoğu zaman çevresinde yaşananların yaşandığı anda farkına varmaz, bazan aradan yıllar geçtikten sonra o an aslında ne olmakta olduğunu anlar, bazan da hiç anlamazdı. hiç anlamadığı durumları daha çok seviyordu ama bunun da farkında değildi. çünkü zaten anlamadığı için hiç anlamadığı durumları daha çok sevdiğini bilmiyordu. samet'in bir babası olmadığını da samet doğduktan çok sonra farkedecekti. aslında samet'e hamileliğinin üçüncü ayında bulaşık yıkarken bunu farketmişti. o sırada dışardan geçmekte olan çöp kamyonunun ve çöpçülerin gürültüsünden irkilip neyi anladığını unutmasaydı samet'in hayatı daha farklı olur muydu, yine geçirdiği kişisel evrim onu bu saçma noktaya getirir miydi bilmiyoruz. en azından şimdilik bilmiyoruz. belki hikayenin ilerleyen ya da gerileyen satırlarında samet'in doğasını daha iyi anlama fırsatı bulacağız. şimdi önemli olan fevziye'nin unutkanlığı ya da hikayenin olmayan bölümleri değil, samet!in bir babasız olması. bunu önemli kılan ise samet in diğer babasızlardan farklı olarak bir “piç” değil, bir “babasız” oluşu. fevziye unutkanlığında dolayı yattığı adamı unutmuş olabileceğini düşünse de bizler bunun böyle olmadığı biliyoruz. en azında şimdilik biliyoruz.


    samet'in bu (bana göre) umursamaz ve sakin duruşunda bir baba figürünün olmaması ve fevziye nin kayıtsız varoluşunun etkisi oldukça büyük olmalı.

    ***

  • sizin hugo'nuz varsa...

    0

    n'aber? niye yazmıyonuz olm? helolalora'da yaprak dökümü.

    epeydir güncelleme yapamadık. yakışıklı başbakan erdoğan davos belediye başkanına ayarı verip "nöbetçiler! atımı hazırlayın!" havasında cümle kapısına yönelince gündem aniden koptu. ben tam o sırada tv karşısında zeytinyağlı barbunya tıkınmakta olduğumdan küçük bir ölüm tehlikesi atlattım tabi. kalp masajı, charge to two hundred, clear falan, kendime geldiğimde peres erdoğan'dan özür dilemiş, bir reklam arası verilmiş, davos'a nasıl ışınlandığı belirsiz bir takım fox tv teyzeleri david ignatius'la karşılıklı göbek atmaktaydı.

    o değil de, israil büyükelçisini kışkışlayan chavez'i alkışlarken erdoğan'ı eleştiren bazı kör ideolojik robot canavarlar varmış. halbuki bizim coğrafyada içkin "ne bakıyon dik dik" üslubuna uygun, içten gelen bu tarz tepkiler ancak takdir edilmeli. adamcağız kapitalik angajmanları ve sağ eksenli düşünce kiti nedeniyle planlı, sistematik mücadele yerine anlık cinnetsi reaksiyonla dış politika ediyorsa, bu da doğal karşılanmalı. hugo'nun var mı öyle angajmanları? galiba yok.

    blogu her an jeo-stratejik sezar salatasına çevirebilirim. kızdırmayın kafamı.

  • communication breakdown


    anlaşamıyoruz arkadaş. herkes kafasında biriktirdiği kendine özgü meyve kokteylini ortalığa saçıp köşesine çekiliveriyor. anlaşmak ne zor, iletişmek ne zul yahu bu çağda. ne yapalım, temelden mi ele alalım? gidip duvarlara mamut resmi mi çizelim nedir? hayır paint'te çizilmişi var icabında yani. olay oysa, ona da varız.


    bu blogu oluşturan dört kişinin aslında ne kadar alakasız insanlar olduklarının farkında mısınız? tabi ki değilsiniz, ne siz bunun farkındasınız ne de samet farkında. aluminyum light panel sistemine yaslanmış vaziyette kukumav kuşu gibi düşündüğüne bakmayın, koşulları çok iyi o lavuğun: özel sağlık sigortası, sodexho ticket, şirket arabası (renault symbol), kurumsal hatlı blackberry... komple muamelesi var.
    (resimdekiler: soldan sağa, vandal, ahmak ı hayal, fantaghiro, tembel)


    bir jedi şövalyesi, bir tenis hakemi, bir radyo şovmeni ve bir türk biraraya gelirse ne olur? işte böyle fıkra gibi bir blog çıkar ortaya. sonra da "vay bir konseptim bile yok" diye ağlayanlar, falanlar, filanlar. bakınız, günümüzde, modern dünya orduları son derece konseptli bir yaşam sunuyorlar gönüllü ya da gönülsüz katılımcılarına. isteyen hazır, nazır, yüzyıllardır denenmiş bir konseptin tadına bakabilir bu kuruluşlarda. amerikan silahlı kuvvetleri'nin 2008 yılındaki "recruitement" seviyesi hedeflenen sayının yüzde hatırı sayılır bir miktar üzerine çıkmış. amerika'nın cencileri ve latinoları da konsept arayışında görüldüğü gibi.
    (resimdekiler: soldan sağa, ahmak ı hayal, fantaghiro, vandal, tembel, ein)


    konseptsizliğin nadir kuşlarına, helolalora? dedirten başlık.

  • Samet Egal

    20

    O yandaki koca kafalıya tembel Samet adını koymuş. Tamamıyla cin ali göndermesi yapabilme endişesi içerisinde orada durmasına izin verdiğim Samet'e gitgide daha çok kıl olmaya başladım. O sağ tarafta Tom Waits duruşuyla duvara yaslanıyorken, sen, ben n'apıyoruz? Hiç düşündünüz mü bunları? Samet'in düşünceli hali, fonksiyonsuzluğunu gizleyemiyor maalesef. Ben bunların farkındaydım hep; ama ses etmiyordum. Samet'i oradan bir tıkla kaldırabilirim. Samet bu koskoca kafayı nasıl yaptı ya? Kaç kilo o? Hayata karşı duruşu ne? Samet hiç olmazsa bize bir konsept bulmalı. Ne bu ya? Herkes ayrı telden. Feed our head Samet.

  • yolluk

    4

    "this is a post about another post."

    geçenlerde bir dostumla brüt beton hakkında tartıştık. ("bir dostumla" deyince de sabri esat siyavuşgil ile tartışmışım gibi oldu: değil. bildiğin normal vandal mimar'dı kendisi.) ben şıkır şıkır fayans kaplı duvarların nasıl içimi açtığından dem vururken, o, gayet çağcılca, brüt beton, dere taşı, ormandan kesilmiş odun taraftarıydı. halbuki, benim bildiğim, deri kılıfında 6b grafit uçlu caran d'ache taşıyan mimar kadınlar sever brüt betonu, yağlı sarı kağıtlar ve moleskine defterlere ellerinin ucuyla eskiz attıran tasarım böcükleri.

    yaşanan çevrenin %80 oranında illegal olduğu bu enteresan diyarda, binaların dürüstlüğünden, tektoniklikten, malzeme tutarlılığından bahsededuran böyle bir zuzaylı kitle de yok değil. hem seviyorum, hem gülüyorum. kuzeye bakan duvarı zift kaplı, diğerleri sıvanmamış, paslı demir donatı filizleri akşam güneşinde bakır bakır parlayan bir suçunu itiraf eden yapılar cenneti değil mi burası? brüt beton.

    güzel safsata yapmışım. heh.

  • İki Büyük

    3


    "This is a post about water"

    evet, öyle. resimden de anladınız sanırım. böyle görsel olunca hemen anlıyorsunuz. aranızdan biraz daha karmaşık olanlar var, onlar asıl demek istediğim şeyi de anlıyorlar. hele birtakım insanlar var ki; onlar aslında demek istediğim şeyi diyemediğimin bile farkındalar. bunların sayısı az. bunlar değerli. bunlar bana mail, mesaj falan atabilir, postlara da yorum yazabilirler.                                                                                                                                                               

     "This is a post about exposed concrete"

    duvarlar hep üzerinize üzerinize mi geliyor? odanızın duvarının renginden mi memnun değilsiniz? her şeyin ruhu olması gerekmediğini düşünenlerden misiniz? işte aradığınız kan; brüt beton. ayı gibi beton. bende yalan yok. sıvasız, kaplamasız, kalıptan çıkma taş gibi beton. duvara da olur zemine de. kalıp izine kurban olduğum, dot güzeli. belki soğuk, biraz kaba ama hiçbirinizi şu betonu sevdiğim kadar sevemedim be. sevdiremediniz kendinizi. bir beton kadar olamadınız.

  • yeni yıla girmişken

    yeni yıla ölü olarak girmek oldukça ilginç bir deneyim. bakın sabah ezanı okunurken ölmekten söz etmiyorum. hayatımızın birçok gerzek anından daha gerizekalı olabildiğimiz, kafamızda komik şapkalar ve ağzımızda üfleyince uzayan yılbaşı düdüklerinin olduğu şu on saniye geri sayım sürecinden söz ediyorum. "yeni yıla nasıl girersen tüm yıl öyle geçer" inanışına rağmen girdiği yıla o aptal görüntüsüyle devam eden neşeli ve absürd insanlara rastlamadım/rastlamadık. işte yeni yıla ölü olarak girmek "yeni yıla nasıl girersen tüm yıl öyle geçer" inanışını gerçek kılan tek eylem. yıl boyu ölü kalmanız garanti. hatta yıl boyu ölü olarak kalacağınız için bir dahaki yeni yıla da, en azından büyük ihtimal, ölü olarak gireceksiniz. bu döngü devam edeceği için bundan sonraki çağlar boyunca da ölü olarak kalacaksınız. panthe reinin lanetinden kurtulabilen tek şey ölüm. bir kere doğduysanız ölüyorsunuz ve mesela on dört milyar yıl sonra bile ölü olarak kalmaya devam ediyorsunuz. ölüm kendi içinde oldukça tutarlı. kıçı başı oynamıyor. ironiye son veriyor ve öyle de bırakıyor. ismi bir bestecinin ismi ve bir şofben markasının birleşiminden oluşan filozof iyi söylemiş. hayatın kısa ruyasına karşılık sınırsız zamanın gecesi ne kadar uzun? epey uzun abi.