Archive for Temmuz 2009

  • deep purple

    4

    ne diyem bilemedim hani başlık olaraktan. canlarım ve de ciğerlerim biliyorum kıskançlıktan çatlayacak bazılarınız, arkadaşım bu da oldu, ben şu ahir ömrümde bir zavallı kul olarak onca basitliğimle bu rock tanrılarını canlı canlı hem de capcanlı dinledim. bu gözler ıan gillian ı , steve morse u gördü, onun gitarını attığı soloları dinledi, öbürünün sesini duydu.

    tamam, yaşlılar falan, tamam bir child ın time yoktu repertuarda, hani boynum bükülmedi mi büküldü, ama olsundu hush yaptık mı beraber, perfect strangers, highway star , hep beraber
    sometimes ı feel screaming dik anacım , dana nolsundu , üstüne de bir smoke on the waters gitti mi valla cila oldu diyeyim anlayın siz.

    şu anda boynum yarı tutuk ve sesim kısık gibi, hani bacaklarım ağrıyor zıplamaktan, yarın işe leş mi gitcem evet, ama söyleyeceğim tek şey siktiirrrrr etttttttttt.

    we want purple ulan bu kadar yani.

  • hola

    0

    - bu sıcaklarda ilaç gibi kampanyası neden yapılmıyor ki, kota, bota, kampanya yapmak yerine.

    - tam mybrute'un esiri oldum lan derken, maybürüt gerçek oldu. bizim bürüt, üstelik, hem mecazi hem gerçek anlamda, gece gündüz suratıma sıçmakla meşgul. tornado of blows yaklaşımı sergiliyor.

    - bir şey bakanı binali yıldırım üçüncü köprünün güzergahını sır gibi saklamaktaymış. arazi rantı şey olmasın diyerekten. güzergahı bir bond çantaya kilitlemiş, çantayı bileğine kelepçelemiş, anahtarı hızlı trenle ankara'ya göndermiş. ömürsün binali abi. ömür tesislerinde peynirli omlet keyfisin.

    - ben "usta kıç çatalı" olgusuna bu şantiyede doydum arkadaş. iyice saçma bir hal alan sıcakların da etkisiyle, ustalar efil efil, ruh sağlığım sallantıda.

    - o değil de, bu muhafazakar mukaddesatçı aklın fatih sultan mehmet'e bu kadar düşkün oluşu, ismini gemilere, bulvarlara verişi nedir allasen? bir yanda 15. yy itibarıyla müslüman bir hükümdar olarak gentile bellini'yi italyalardan getirip portresini yaptıran, istanbul'u alışının akabinde "hektor'un öcünü aldık." diye demeç veren fatih, diğer yanda bay yumurta kafa ve kızıl kraliçe'nin iskambil kağıdından askerleri. mehmet'te ne buluyorsunuz?

    - sinemadan, gösteri dünyasından uzak kaldık. en son sinemaya gittiğimde antonio banderas almadovar filmlerinin aranan oyuncusuymuş. geçen bir baktım, aynı banderas, hollywood'da on beşinci malikanesini satıp on altıncısını almakla meşgulken ekranlara yansımış. multiplex enseli emlak simsarına bağlamış paşam. sinemadan koptuk.

    - otuz yedi kişilik adli tıp kurulu daha bir bağımsız mı oluyor ne? birkaç güçlü kuvvetli asistan da aldılar herhal aralarına.

    - hızlı mı, yavaş mı bilemem ama, zaman habire geçiyor arkadaş.

  • akepe

    siyaset nedir? iki kişinin olduğu yerde siyaset ya da politika başlar demiş aristo. insan politik bir hayvandır diye de eklemiş ardından. iki kişinin olduğu yerde iktidar kavgası başlar dersek, politika güçler savaşıdır diyebiliriz. iktidarı ele geçirme uğraşı.

    iktidar ise zorun meşrulaştırılmasıdır. güce dayanır, bu kaba kuvvet de olabilir, para da ya da zeka . amaç gücü elinde bulundurmak ve diğerlerini istediğin kalıba sokmaya çalışmaktır.

    neden anlatıyorum bunu? çünkü son seçimlerden beri özellikle akepe nin yaptığı budur. akepeyle beraber diğer toptan dinci güruh. sıradan insana uygulanan mahalle baskısı artık iyice dillenip toplumu şekillendirme yönüne iyiden iyiye girmiş bulunmaktadır. bu konuda basından ya da adını koyalım zaman gazetesinden de epey faydalanılmakta. başbakanın ağzından döküldüğü gibi bir biz ve onlar kavramları oluşmuştur. bu bize dahil olanlar iyilerdir, el üstünde tutulanlar, sistemden her türlü nemalananlar. bunun içine türbanlı, çarşaflı kadınlar, badem bıyıklı , çember sakallı, cüppeli fesli erkekler girmekte. her nevi tarikat bu bizden olma gücünden daha fazla pay alabilmek adına kendi aralarında kıyasıya bir savaş içerisindeyken, ötekilere karşı bir birlik beraberlik görüntüsü vermeye çalışmaktadır.

    yani; zaman gazetesinin yaptığı -her zaman yaptığı gibi hedef gösterme haberlerinden bir diğeri- idil biret in topkapı sarayında konser vereceği haberi üzerine , muhsin in tosuncuklarının topkapı sarayını basmasının anlamı budur. muhsin in tosuncukları da var olandan faydalanma yönünde biz de burdayız diyorlar . anladığım budur. bir de başka yönü, topkapı sarayının osmanlı bağlantısını göstererek, bir bizim kutsalımıza onlar elini süremez mantığı. yani yine bir biz ve onlar ayrımı. bu ayrım aslında uzundur vardı ama bu kadar kör gözüne sokularak da olmamıştı.

    neden acaba? bu biz ve onlar ayrımı nedendir? bu noktada biraz eskilere gitmek biraz tarihi eşelemek lazım. devrimimize bakmak ve devrim kavramını incelemek lazım.

    tarihde devrimin bir toplumsal dönüşüm için olmazsa olmazlığını şart koşan fransız devrimidir. ha onun öncesinde bir ingiliz devrimi yaşanmıştır , cromwell taraflarınca ama o daha sessiz , daha uzlaşmacı bir tavırla olmuştur. bu devrim fikrinin kanlı ve halk desteğiyle, sınıflar arası çatışma sonrası, iktidarın bir sınıftan alınıp diğerine geçmesi gereği fransız devrimiyle bilinçlere yerleşmiştir. bu tanımdan sevgili liberaller hoşlanmayabilir ama marxist yorum budur. bir marxistten de başka bir şey beklenmemelidir. buradan hareketle kendi tarihimize bakarsak geleceğimiz nokta kemalist devrim sürecidir. halk desteği olmadan tam tersine halkın direğenliğine rağmen yapılan sınıflar arası çatışmayı ele almadan, yeni bir toplum yaratma hevesi. fransız devriminden alınan halka rağmen halk içinci jakoben anlayıştır. ancak o jakoben anlayış beraberinde terör dönemini (1791 -1794) getirmiştir ve sonrasında robespierre öldürülmüştür. fransa bu karmaşa döneminden ve sonrasından devrim kavramını uluslararası literatüre sokarak ve kendisi bir imparatorluk döneminden sonra demokrasiye geçerek çıkmıştır. halka rağmen hçbirşey olamamaktadır. bu anlaşılmıştır. zaten devrimi miras alan marxistler de halkla beraber halk için anlayışıyla iktdarla çatışmıştır.

    demem o ki; istiklal mahkemelerinin baskıcı unsuru sadece o dönemle sınırlıydı. korku bir yere kadar durduruyor bu halk denen yığını. ilk meclisteki o iki grup arasındaki çatışmalar yıllar sonra biz ve onlar kavramıyla karşımızda sahneleniyor. ittihatçı anlayış beraberinde karşıtını da getiriyor gözünü sevdiğimin çelişik mantığı , siyahsız beyaz olmuyor. şimdi iktidar dincilerin elinde , kıçlarına takılmış liberallerle beraber sistemi kendi istedikleri şekilde yoğuruyorlar. bunun için de kendilerine muhalif olan her akımı bir şekilde susturup ya da hiç bir şekilde dinlemeyip devam ediyorlar. başbakanın dediği gibi durmak yok yola devam.

    nerdeyse her şeyi kutsal ilan edip buraların hakimi biziz , bizim tarihimiz biz sahip çıkarız size ne oluyor diyorlar. hüseyin üzmez denen pedofil sapığı savunacak kadar da ahlaksızca bir tutum içerisindeler, gerekçeleri de siz bize ahlak öğretemezsiniz anlayışı. kol kırırır yen içinde kalır, ceza kesilecekse biz keseriz. gerçi ceza verdikleri de yok , baştacı ettiler adamı. kadın mal olduğu için tarihlerinde zaten, erkeğin gücü görülmüş oldu bir kez daha onlar için tabii. askerlerin sivil yargıya dahil olmalarının önünü açarak, liberallerin desteğini körüklemiş oldular. oysa askerlerin bu cumhuriyeti biz kurduk , biz sizi yönetiriz tavrını kırmak amaçlıdır, muhalefeti biraz daha ezmek. askerleri de kendilerine tabii kılmak. yoksa yargının bağımsızlığı amaçlanacaksa kaldırsana önce şu adalet bakanlığının yargı üzerindeki gücünü. yargıyı özerk hale getirsene. işlerine gelmez tabii. ekonomi bakanı çıkıp işçiler için biz onlara şu kadar zam yaptık falan diyor. işçilerin hakkını sanki kendilerinin bahşettiği bir lütuf gibi sunuyor. işsizlere oynuyor, geçici işçi çözümsüzlüğüyle. işsizlerle işçileri birbirine kırdırıp kendileri kenardan seyredecek.tersanelerde ölen işçiler ya da davutpaşa da yananlar -hala sorumluları bulunmadı mesela- , çalışanların haklarının her geçen gün törpülenmesi v.b. tüm bunlar göstergeyken, aslından akepenin kimin sözcülüğünü yaptığı ortadayken çıkıp bir de demokrasi havarisi ilan edilmiyorlar mı liberallerce, işte bu beni çıldırtıyor.

    sonumuz pek hayır gibi gelmiyor bana. süreç daha da tehlikeli günlere gebe gibi.